17 Yaşında Bir Liselinin Hayal Dünyası...

4/21/2014

SON PİŞMANLIK NEYE YARAR?

Yine güneşli bir pazar günü. Evde canım çok sıkıldı, daha yeni yıkamadan çıkmasına rağmen, arabama bir su tutayım, dedim. 8 yaşındaki dünyalar tatlısı yeğenimi aldım kucağıma, üzerimde şort, cebimde anahtar indim aşağıya. Her şey gayet iyi gidiyordu. Yeğenimle çok güzel eğleniyorduk. Ta ki, o anı görene kadar... Aman Allah`ım! Yeğenim almış eline büyükçe bir taş, arabanın ön kaputuna birşeyler yazıyor. Beynimden vurulmuşa döndüm, Porsche`umdan gelen gacur gucur sesleri duyunca. Koştum, yeğenime bir tokat attım acımasızca; elinden düşen taşı aldım, başladım o narin parmaklarına vurmaya. Parmak uçlarından kanlar fışkırıyor, acıdan çığlıklar atıyordu. Su akan hortumu attım bir kenara, yeğenimi ön koltuğa yerleştirip, bastım gaza... 10 dk. sonra hastanedeydik. Elindeki sayısız kırık yüzünden tüm parmakları alındı. Çaresiz bir bakışla gözlerime bakan yeğenim: "Dayı, parmaklarım ne zaman çıkacak?" dedi. Çok mahzun bir ses tonuyla sorulan bu soru karşısında yıkılıp kalmıştım. Koştum, koştum, koştum... Arabanın camlarına kafamı vurdum da vurdum. Üzgünlük içinde arabanın kaputunun önüne oturdum. İşte o zaman yeğenimin yazmaya çalıştığını gördüm: "SENİ SEVİYORUM DAYICIĞIM!"

Öfke ve sevgide sınır yoktur.
Her zaman mutlu olmak için ikinciyi seçiniz.
Nesneler kullanılmak içindir.
İnsanlarsa, SEVİLMEK İÇİN...

ANNE!




Japonyada bir depremde kurtarma ekibi, genç bir kadının yaşadığı enkaza ulaşırlar. Yıkıntıların arasında kadının cesedine ulaşırlar. Kadının enkaz altındaki pozisyonu biraz ilginçtir. Sanki ellerinde bir şey tutarak iş yaparken dizlerinin üzerine çökmüş haldedir. Bu esnada sanki ev üzerine yıkılmış gibidir. Kurtarma ekibinin lideri yine de canlı olma ümidi ile kadına ulaşmaya çalışır, maalesef kadın çoktan ölmüştür.

Ekip oradan başka bir enkaza hareket etmek üzere iken bir sebepten dolayı ekip lideri açtığı delikten içeri doğru kadının cesedinin altına doğru bakar ve seslenir:
-"Bir çocuk! Bir çocuk var!" der.

Ekip uzun bir çalışmadan sonra çiçekli bir battaniye içinde ölü kadının cesedinin altında 3 aylık bir çocuk bulurlar. Kadın son bir hamle ile çocuğunu kurtarmak için bedenini ona siper etmiştir. Ekip çocuğa ulaştığında hala bebek uyumaktadır. Doktor çabucak gelir ve çocuğu muayene eder. Battaniyeyi açtığında içinde bir cep telefonu bulur. Ekranda yazılı bir mesaj vardır:
-"Eğer kurtarıldıysan, seni sevdiğimi hiç unutma!"

Bir annenin çocuğuna olan sevgisini, ölüm kapıyı çaldığında bile ona anlatma çabasının en güzel örneği olsa gerek.


Cennet belki de bu yüzden annelerimizin ayaklarının altındadır, değil mi?

4/20/2014

AFFET BABACIĞIM




Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.

Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak." diyerek rest çekti. Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları vardı.

Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu delicesine seviyordu.

Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını.

Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can:

- Baba ben de seninle gelmek istiyorum, diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Kara kışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı.

Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz?" diye soruyor ama cevap alamıyordu.

Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.

Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.

Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm, diye düşündü.

Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum, der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.

Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın, tdiye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.

Can: 

"Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı.
Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.

Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu.

Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...

"Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."

4/19/2014

KURABİYE HIRSIZI


Genç kadın, saatine baktı: 
"Uçağın kalkmasına daha vakit var." diye söylendi, sıkıntılı sıkıntılı. 
Hava alanında beklemekten sıkılmıştı. Atıştıracak bir şeyler alıp açlığıyla birlikte sinirlerini de yatıştırma ihtiyacı içinde kafeye yöneldi. Bir kutu taze kurabiye aldı. Kutuyu alışkanlık­la çantasına koydu. Biraz yürüdü, gözden ırak sıralardan birine oturdu. Hem koltuğunun altında taşıdığı bilim-kurgu romanı­nı okuyacak, hem de kurabiyesini atıştıracaktı. 
Kitabını açtı. Kaldığı yerden okumaya başladı. Biraz sonra dalmıştı. Yanına birinin oturduğunu hayal-meyal fark etti. Umursamadı. Kimse huzurunu bozamayacaktı. 
Bir taraftan ilginç romanı okurken, diğer taraf­tan yanında oturan adamla arasındaki kutudan kurabiye atış­tırıyordu. 
Bir de ne görsün, yanında oturan adam da aynı şeyi yap­mıyor mu: Aynı kutudan kurabiye alıp yiyor. 
"Olur şey değil!" diye söylendi genç kadın, "Amma da cüretkâr, izin isteme gereği bile duymadı." 
Kızgındı, ama işin sonunu çok merak ediyordu: Bakalım adam bu cüretkârlığını nereye kadar sürdürecekti? 
Kurabiye kutusuna elini her uzatışında, yanındaki adam da uzatıyor, o da bir kurabiye alıyordu. Bu durum pakette tek ku­rabiye kalıncaya kadar sürdü. 
"Bakalım şimdi ne yapacak?" diye düşündü genç ka­dın, "Herhalde son kurabiyeyi malın gerçek sahibine, yani ba­na bırakacak kadar edepli biridir." 
Göz ucuyla adamı izlemeye başladı. Adam, yüzünde hafif asabi bir gülümsemeyle pakete uzandı. Son kurabiyeyi aldı, özenle ikiye böldü. Yarısını ağzına atarken öteki yarısını genç kadına uzattı. 
''Aman Allah'ım! Ne kadar da yüzsüz biri, kurabiyelerimi nasıl da sahiplendi; üstelik teşekkür bile etmiyor!" diye dü­şündü kadın. Öfke fırtınası altında kurabiyeyi ağzına attı. Bu kadar sinirlendiğini hiç hatırlamıyordu, adama çatmaya karar verdi. Ama tam o sırada uçağının hazır olduğu anons edildi. Hızla toparlandı. Kitabı çantasına koydu. 
"Kurabiye hırsızı" adını taktığı adama öldürücü bir bakış fırlattıktan sonra çıkış kapısına yöneldi. 
Az sonra uçağa binmişti. Başına gelenleri hatırladıkça hem gülüyor, hem de kızıyordu. Koltuğuna yerleşti. Bitmek üzere olan kitabını almak için elini çantasına daldırdı. Kitaptan ön­ce eline bir kutu geldi. 
"Allah Allah! Bu kutunun çantamda işi ne?" diye şaştı. 
Bakmasıyla birlikte gözleri büyüdü. Büfeden aldığı kurabi­ye kutusu hiç açılmamış haliyle çantasından duruyordu. "Ben ne yaptım!" diye haykırdı. 
Yolcular dönüp dönüp kendisine bakarken, utançla başını yere indirdi: 
"Bunlar benim kurabiyelerim olduğuna göre, adamla or­taklaşa yediğimiz kutudakiler onundu. Hiçbir tepki gösterme­den kurabiyelerini benimle paylaşma nezaketini gösterdi. Oy­sa ben o adam hakkında neler düşündüm. Kaba ve cüretkar olan aslında benmişim!" 
Çaresizlik içinde inledi: 
"Meğer kurabiye hırsızı benmişim."

SONSUZLUK...



Jim Zetz pankreas kanserinin pençesinde ve çok vakti yok.
Küçük kızının ismi Jasie. Daha 11 yaşında...
Zetz, kanser olduğunu ve az bir ömrünün kaldığını öğrenince kızına gelinlik alıp onunla fotoğraf çektirdi.

Sırf ölmeden önce kızını gelinlikle görebilmek için...

BİR BEBEĞİN YARIM KALMIŞ GÜNLÜĞÜ


5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor. 

 Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim. 

19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım. 

23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!


27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?


2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. . Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.


12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allahım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.


20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…


25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..


10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım . ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba… 


13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..


24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?


28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle? Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…

EVET! KÜRTAJINIZ TAMAMLANDI HANIMEFENDİ. GEÇMİŞ OLSUN!

MERHABA!



Daha önce hiç düşündünüz mü 'Merhaba' ne manaya geliyor, diye?
Çok ilginç, hoş, bir o kadar da sıcak ve samimi bir manaya sahipmiş meğer...
'Merhaba' aslında Farsça kökenli olup, 'Benden size zarar gelmez.' manasına geliyormuş.
Sizce de çok hoş değil mi?
Bunu öğrendikten sonra karşımdaki insana 'Merhaba' demek daha bi anlamlı oldu benim için...
Herkese benden 'Merhaba!'

4/18/2014

ÇIKARIN BENİ BU ZİNDANDAN

Yine attım kendimi karanlık bir odaya... Zihnime çivilendi bu sabahki göz kırpışı. Bir sandalye çektim pencerenin önüne, yorgun bedenimin tüm ağırlığını verdim sandalyeye. Taktım kulaklığı, romantik bir müzik açtım. Odaya giren serin rüzgar yüzümü okşarken, ben onu düşünüyorum. Ne güzel göz kırptı be! Eridim valla! Utancımdan rüzgar misali sınıfa koşmuştum. Arkamdan güldü, duydum. Bütün gün ders dinleyemedim.
Acaba ben aşık mı oldum? Bilmiyorum. Ama böylesine tatlı bir duyguyu ilk defa yaşıyorum.
Son bir haftadır ders çalışamıyorum. Vakt-i zamanında değerli bir arkadaşım bana söylemişti: "Senin performansını düşürmenin tek yolu, senin birine aşık olmandır."
Okul birincisiydim ama son bir haftam, ders bâbında çok kötü geçiyor. Yoksa arkadaşımın dediği mi gerçek mi oluyor? Yok canııım... Ben nasıl aşık olayım ki? Ben odunun tekiyim.
Bu arada ufaktan yağmur başladı. Pencere kenarından terpip yüzümü ıslatan yağmur, gözyaşlarımla birleşip, çenemden halıya düşüyor. Allah`ım bu ben olamam! Ben daha önce hiç ağlamadım ki! Ne oluyor bana böyle?
Aklım ve duygularım, şiddetli bir şekilde çatışıyor. Beynim ile kalbimin arası, tam bir savaş alanı...
Kim galip gelecek, bilmiyorum. Tek bildiğim derin bir evrim geçiriyorum.
Hadi hayırlısı...

YANLIŞ ANLAŞILAN VARLIK: KADIN

Ben TÜRK`ÜM! Atalarımı sevip sayarım. Ananelerimize saygı gösterir, İstiklal Marşı`mı gururla okurum. KAĞANLARIMI, PADİŞAHLARIMI, ATATÜRK`ÜMÜ başımın üstünde taşırım. Amma velakin, yanlış bir geleneğimizi gördüğüm zaman, hiç acımadan onu ayaklarımın altına alırım!
Atalarımın yanlışlarını söylemekten çekinmem! 
Benim atalarım bir hata yapmışlar. Büyük bir hata... Kadınlarımızı camiden kovmuşlar. Neden? Sorun çıkmasın diye..
Kadınlarımız, affınıza sığınarak söylüyorum, sadece zevk alınan, doğurgan ve ev işi yapan bir varlık değildir! Kadınlarımız bir yapboz parçası misali, erkeğin tamamlayıcısıdır. Kadınlarımız sadece hizmet gören, erkeğin kulu köpeği olan, beş para etmez varlıklar değildir. AKSİNE, KADINLARIMIZ DÜNYANIN EN DEĞERLİ VARLIKLARIDIR! 
Peki günümüzde kadınların toplumsal konumu, sosyolojik durumu neden vahim? Çok konuşup sizi yormak istemiyorum ama bu vahim durumun ortaya çıkmasında Emevi-Abbasi döneminde ortaya çıkan uydurma hadislerin rolünün büyük olduğu tartışılmaz...
Allah aklı kullanmayı, düşünmeyi tavsiye eder. Kaç tane din adamı var ki, Kur`an`ı Arapça olarak hatim etmiş, ama anlamından bihaber... Yemişim öyle imamlığı, okuyup anlamadıkça ne yazar?


Okuyalım, düşünelim, KOYUN olmayalım, AFYON DİNin esiri olmayalım...
KADINLARIMIZI ŞEYTANLAŞTIRMAYALIM...

4/17/2014

SIKI DOST

Yoğun bir sis var, göz gözü görmüyor. Hava çok soğuk, rüzgar kulağımı tırmalıyor. Keşke aklıma uyup kabanımı alsaydım. Dur bi aynaya bakayım, saçım bozuldu mu acaba? Aman Allah`ım! Dudaklarım mosmor olmuş! Hemen eve gitmeliyim. Sıcak bir çorba pek iyi gelir şu zamanda. Hele annem yapınca... Mmh, içme de yanında yat. Doğru ya, annem 2 sene önce ölmüştü benim. Babamı zaten hiç görmedim. Yoksa bu soğukta sahilde ne işim var benim?
İyi ki dostum Çomar yanımda... O beni hayata bağlayan tek varlık, o benim tek dostum. Sesi çıkmıyor, acaba o da üşüyor mudur, bilmiyorum. Bildiğim tek şey ikimiz de açız. Hayır, hayır; karın açlığı degil bu. Sevgiye açız. Sıcak bir ele, tatlı bir söze muhtacız.
Hadi Çomar, biraz daha yürüyelim. Akşama çok var. Belki de karşımıza bizi doyuracak birisi çıkar, ne dersin?

EBUSSUUD EFENDİ

Muhteşem Süleyman güneşli bir günün sabahı, Topkapı Sarayı`ndakı Has Oda`dan çıkar, arka bahçeye gider. Ağaçlardan birkaçının yapraklarının buruştuğunu fark eder. Hemen yanlarına yaklaşır ve eliyle tutup incelemeye başlar. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlar. Karıncalar sarmıştır o güzelim dalları. Aklına ağaçları ilaçlatmak gelir. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anlar. Karıncalar da can taşıyor, ağaçları ilaçlatırsa ölebilirler. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Muhteşem Süleyman, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi'yi aramaya koyulur. Hocasının odasına gider, ama hocası odada yoktur. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazar ve hocasının rahlesine bırakır. Birkaç saat sonra hocası odasına gelir ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görür. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazar ve kâğıdı rahleye bırakır. Süleyman bir ara tekrar hocasının odasına uğrar. Hocası yine yerinde yoktur; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu görür. Merakla kâğıdı eline alır ve okumaya başlar. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirir. Hoca, Süleyman`a manalı bir cevap vermiştir:


+ Meyve ağaçlarını sarınca karınca 

   Günah var mı karıncayı kırınca?

- Yarın Hakk'ın divanına varınca 

  Süleyman'dan hakkın alır karınca.

4/16/2014

HASRET

Çok severiz bir insanı. Hasret sarar dört bir yanımızı. Kaderde varmış derler ya... Ayrılık vakti gelir çatar. Ama ben hayatımda kimseyle vedalaşmadım. En sevdiklerimle bile... Çünkü hep şuna inandım: Vedalar gözüyle sevenler içindir, gönülden sevenler ayrılmaz...

FİL HAKİKA 5 DAKİKA

Yine bir okul sonu... Sınıfta tek başımayım. Bir günümün en huzurlu, en sükunetli dakikalarını yaşamaktayım. Ne sayfa hışırtıları, ne öğretmenin uyku getiren sesi...
Dirseklerimi pencere kenarına yasladım, bahçeyi seyrediyorum. Bir tarafta çok heyecanlı ve bir o kadar da seri bir voleybol maçı, diğer tarafta yanakları kızarmış, sırtları ter içinde futbol oynayanlar... Tam karşımda pota altında üç zengin züppesi, elleri cepte sohbet ediyorlar. Hava çok güzel; ama ben biraz rahatsızım. Üç gündür gribim ve adım atmaya halim yok. Sorular zihnimde fırtına estiriyor: Yarınki yazılı zor mu olacak? Ödev var mı? Bugün kaç kişinin kalbini kırdım? Hava yarın nasıl olacak? Türkiye`de neden hiçbir gün olaysız geçmiyor? ...
Evet! Allahuekber! Ezan okunuyor. Davete icab etmek gerek. Hele de Allah`tan olunca...